Depremde Kusura Dayalı Haksız Fiil Sorumluğu

Kusur sorumluluğu, bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir davranışla, aralarında sözleşme olmayan bir başkasına vermiş olduğu zararın giderilmesine ilişkin bir düzenlemedir. Bazı hallerde, kişi kendi kusuru olmasa dahi, doğan zarardan sorumlu olabilir. Ancak kusur sorumluluğunda sorumluluk, kusura dayanır. Bu husus 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde şu şekilde düzenlenmiştir:

MADDE 49 – (1) Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
(2) Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Hukuk düzeni tarafından yasaklanmış fiiller hukuka aykırıdır. Ancak bir hukuka uygunluk sebebi varsa, fiildeki hukuka aykırılık ortadan kalkabilir.
Fiilin hukuka aykırılığından bahsedebilmek için hukuk düzeni tarafından yasaklanmış bir fiilin varlığı gereklidir. Ancak kimi durumlarda hukuka aykırılığı ortadan kaldıran hukuka uygunluk sebepleri gerçekleşmiş olabilir.

Buna göre kusur sorumluluğun şartları;
1- Kusur
2- Hukuka aykırı fiil,
3- Zarar,
4- Hukuka aykırı fiil ile zarar arasında illiyet bağının bulunmasıdır.

Hukuka aykırılığı kaldıran sebepler ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 63. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre;

MADDE 63- (1) Kanunun verdiği yetkiye dayanan ve bu yetkinin sınırları içinde kalan bir fiil, zarara yol açsa bile, hukuka aykırı sayılmaz.
(2) Zarar görenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar, zarar verenin davranışının haklı savunma niteliği taşıması, yetkili kamu makamlarının müdahalesinin zamanında sağlanamayacak olması durumunda kişinin hakkını kendi gücüyle koruması veya zorunluluk hâllerinde de fiil, hukuka aykırı sayılmaz.

Hukuka uygunluk sebebinin varlığı halinde, failin haksız fiil nedeniyle kusur sorumluluğu bulunmasa da, bir sonraki maddede düzenlenen fedakarlığın denkleştirmesi ilkesinden kaynaklı sorumluluğu doğabilir.

MADDE 64- (1) Haklı savunmada bulunan, saldıranın şahsına veya mallarına verdiği zarardan sorumlu tutulamaz.
(2) Kendisini veya başkasını açık ya da yakın bir zarar tehlikesinden korumak için diğer bir kişinin mallarına zarar verenin, bu zararı giderim yükümlülüğünü hâkim hakkaniyete göre belirler.
(3)Hakkını kendi gücüyle koruma durumunda kalan kişi, durum ve koşullara göre o sırada kolluk gücünün yardımını zamanında sağlayamayacak ise ve hakkının kayba uğramasını ya da kullanılmasının önemli ölçüde zorlaşmasını önleyecek başka bir yol da yoksa, verdiği zarardan sorumlu tutulamaz.

Deprem zararlarında yukarıda sayılan hukuka uygunluk sebeplerinden birinin bulunması ihtimali çok düşüktür.

Maddi ve manevi zarar:
Kusura dayalı sorumluluk için hukuka aykırı fiilin varlığının yanı sıra bu fiil sonucunda bir zararın meydana gelmiş olması gerekir.
Zarar iki türlüdür: Bir kimsenin malvarlığında kendi rızası dışında meydana gelen eksilme maddi zarar; kişilik haklarına yapılan saldırı nedeniyle duyulan elem ve keder ise manevi zarardır.

Maddi zarar kapsamına kişinin malvarlığında meydana gelen her türlü eksilme girer: Maddi zarara örenk olarak; depremde yıkılan binalar ile enkaz altında kalan mallarda gerçek zarar, onarılabilir yapılarda değer kaybı, ölüm veya yaralanmalardan doğan zararlar gösterilebilir.
Ölüm halinde ölenin yakınlarının talep edebileceği destekten yoksun kalma tazminatı ile ekonomik geleceğin sarsılmasından kaynaklanan zararlar da maddi zarar kapsamındadır.

Zarar gören, kişilik değerlerinde meydana gelen eksilme sebebiyle manevi zarar talebinde de bulunabilir. Zarar görenin vefatı halinde yakınları manevi tazminat talep edebilir.

İlliyet bağı:
Failin zarardan sorumlu tutulabilmesi için zararın hukuka aykırı fiilin uygun sonucu olması yani hukuka aykırı fiil ile zarar arasında illiyet bağı bulunması gerekir.

İlliyet bağı; (1) mücbir sebep, (2) zarar görenin kusuru veya (3) üçüncü kişinin kusuru sebebiyle kesilebilir. Kusur sorumluluğun doğabilmesi için illiyet bağının kesilmemiş olması gerekir. İlliyet bağını kesen bu üç sebep, kusur sorumluluğu, kusursuz sorumluluk ve tehlike sorumluluğu hallerinin hepsine geçerlidir.

Sonuçları önceden öngörülemeyen, zararlı sonuçları engellenemeyen, kaçınılması ve karşı konulması mümkün olmayan, zarara sebep olan kişinin faaliyet alanı dışında gerçekleşen harici bir olay söz konusu ise, mücbir sebebin varlığından bahsedilebilir.

Deprem hasarlarını mücbir sebep bakımından inceleyecek olursak;
– Depremde haricilik unsuru mevcuttur.
– Deprem öngörülse de sonuçları öngörülemez.
– Fakat zararlı sonuçlarının önüne geçilmesi mümkündür.

Mücbir sebep:
Depremde hasar gören bina, mevzuata aykırı şekilde yapılmış ve bundan dolayı yıkılmış ise, deprem bir mücbir sebep değildir. Ancak mevzuata uygun şekilde yapılan binanın üzerine depreme dayanıksız bir binanın devrilmesi sonucunda hasar oluşmuşsa, depreme uygun yapılan bina bakımından mücbir sebep söz konusu olabilir. Depreme uygun yapılan binanın yıkılarak yol açtığı zararlar bakımından da üçüncü kişinin ağır kusuru söz konusu olur. Depreme uygun yapılan binadaki zararlar ve bu binanın üçüncü kişilere verdiği zararlar bakımından illiyet bağı kesilir. Yine depremde bir köprünün yıkılması veya yolun yarılması nedeniyle yoldan çıkan otomobilin üçüncü kişilere verdiği zarar bakımından mücbir sebep söz konusu olur.

Zarar görenin veya üçüncü kişinin kusuru:
Bina depreme uygun şekilde yapıldığı halde, üçüncü kişiler binada sonradan yaptıkları değişiklikler ile binayı dayanıksız hale getirmiş olabilir. Mesela, binanın altındaki dükkandaki kolonlar kesildiği için bina yıkılmışsa, kolonu kesenin kim olduğuna bağlı olarak zarar görenin veya üçüncü kişinin ağır kusuru söz konusu olabilir. Bu durumda illiyet bağı kesilir, binadaki önemsiz imalat hataları sorumluluğa yol açmayabilir. Bu tür iddiaların yargıda değerlendirilebilmesi için delil tespiti ve bilirkişi raporları önem taşır.

Kusur sorumluluğunda, failin fiili işlerken kusurlu davranmış olması gerekir. Kusur, hukuka aykırı sonucu istemek veya bu sonucu istemediği halde, hukuka aykırı davranıştan kaçınmak için yeterli irade kullanmamaktır. Zarar verenin kusurlu davranışı aynı zamanda hukuka aykırıdır.
Türk Borçlar Kanunu’nun 49/2. maddesindeki hüküm gereği zarar verici davranış hukuk düzeni tarafından yasaklanmamış olsa dahi, fiil ahlaka aykırı ise ve kasten gerçekleştirilmişse, fail zarardan sorumlu olacaktır.

Kusurda ispat yükü:
Kusur sorumluluğunda ispat yükü kural olarak zarar görendedir. Yani zarar gören failin kusurlu olduğunu ispatlamalıdır. Ancak bazı durumlarda kusur karinesinden bahsedilebilir. Bu hallerde, ispat yükü tersine döner ve fail kusursuz olduğunu ispatlamalıdır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 112. maddesi şu şekildedir:
MADDE 112- Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür.

Bir binanın yıkılmasında yüklenicinin sorumluluğunda ispat yükü, bu madde ışığında şu şekilde değerlendirilecektir:
Zarar gören binanın maliki ise, malik ile yüklenici arasında sözleşme ilişkisi bulunduğu için ispat yükü yüklenicidedir.
Ancak zarar gören yoldan geçen bir kişi veya binanın önüne park edilmiş arabanın sahibi ise, yüklenici ile zarar gören arasında sözleşme ilişkisi bulunmadığı için ispat yükü zarar görendedir.

Ceza davaları ile tazminat davaları arasındaki ilişki:
Sorumluluk hukuku ve ceza hukukunda kusur kavramı aynı anlamına gelmez. Sorumluluk hukukunda kusur objektif, ceza hukukunda sübjektiftir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesi ceza ve hukuk davaları arasındaki ilişkiyi düzenler.
MADDE 74- (1) Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir.
(2) Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.

Bununla beraber hukuk hakimi, ceza hakiminin kararından farklı bir karara hükmediyorsa, gerekçesini belirtmelidir. Aksi halde, bu Yargıtay için bozma sebebidir. Yine ceza davası ile tazminat davası birlikte açılmışsa, ceza davası bekletici mesele yapılmaktadır. Ceza davasının bekletici mesele yapılması nedeniyle tazminat davasının yargılaması çok uzun sürebilir. Bu gibi durumlarda Türk Borçlar Kanunu’nun 76. maddesine müracaat edilebilir:

MADDE 76- (1) Zarar gören, iddiasının haklılığını gösteren inandırıcı kanıtlar sunduğu ve ekonomik durumu da gerektirdiği takdirde hâkim, istem üzerine davalının zarar görene geçici ödeme yapmasına karar verebilir.
(2) Davalının yaptığı geçici ödemeler, hükmedilen tazminata mahsup edilir; tazminata hükmedilmezse hâkim, davacının aldığı geçici ödemeleri, yasal faizi ile birlikte geri vermesine karar verir.

Kusur sorumluluğunda zamanaşımı:
Haksız fiil nedeniyle talep edilecek tazminata ilişkin zamanaşımı süresi Türk Borçlar Kanunu’nun 72. maddesinde düzenlenmiştir.
MADDE 72- (1) Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.
(2) Haksız fiil dolayısıyla zarar gören bakımından bir borç doğmuşsa zarar gören, haksız fiilden doğan tazminat istemi zamanaşımına uğramış olsa bile, her zaman bu borcu ifadan kaçınabilir.

818 sayılı Borçlar Kanunu’nun geçerli olduğu dönemde, Yargıtay zamanaşımı süresinin binanın yapıldığı tarih değil, deprem tarihinden başlayacağına hükmetmiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun geçerli olduğu dönemde deprem zararları bakımından zamanaşımının ne zaman başlayacağı hususu belirsizdir.

Tazminat, ceza kanunlarının daha uzun zamanaşımını öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden kaynaklanmışsa, ceza zamanaşımı uygulanır. Yani, tazminat davasının tâbi olduğu zamanaşımı süresi, olası kastla öldürme hâlinde yirmi yıl, bilinçli taksirle öldürme hâlinde on beş yıldan az olamaz. Tazminat davasının sözleşmeye aykırılık hukuki sebebi ile açılması halinde ona ilişkin zamanaşımı uygulanır.

Sorumluların, bu sebeplerle kendilerine karşı sorumlu olan diğer kişilere rücu hakkı ise, Türk Borçlar Kanunu’nun 73. maddesinde düzenlenmiştir.
MADDE 73- Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
Tazminatın ödenmesi kendisinden istenilen kişi, durumu birlikte sorumlu olduğu kişilere bildirmek zorundadır. Aksi takdirde zamanaşımı, bu bildirimin dürüstlük kurallarına göre yapılabileceği tarihte işlemeye başlar.

Haksız fiil hükümlerine dayalı tazminat davalarında görevli ve yetkili mahkeme:
Depremden kaynaklanan ve haksız fiil hükümlerine dayanan davalar, davacının veya davalının yerleşim yerindeki ya da depremden zarar görülen yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesinde açılabilir.

Ateşkan Hukuk Bürosu‘na WhatsApp (+90(544) 288-5280) veya email (yusuf@ateskanhukuk.com) yolu ile ulaşabilirsiniz.

Leave a Comment